15.5.2009
“Hüznü kumral bir eski çocuğum” diyor şair. “Bellek Pazarı” ile başlayıp “Yürek Söylencesi” ile devam eden ve “İnce Oda” da sevenlerini ağırlamaya devam eden Oğuz Tümbaş bu ay söyleşi konuğumuz.
“ Hüznü kumral bir eski çocuğum ” diyor şair. “ Bellek Pazarı ” ile başlayıp “ Yürek Söylencesi ” ile devam eden ve “ İnce Oda ” da sevenlerini ağırlamaya devam eden Oğuz Tümbaş bu ay söyleşi konuğumuz.
1946’da Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinde dünyaya gelen, ilkokulu aynı ilçede, ortaokulu Ceyhan’da, liseyi Urfa’da bitirir şair. Yüksek öğrenimini Ankara’da Gazetecilik Yüksek Okulu’nda yapar.
Memuriyet yaşamına Devlet İstatistik Enstitüsü’nde 1966’da başlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nda memur ve şube müdür yardımcısı olarak görevine devam eder. 1974’te TRT Haber Merkezi’ne geçer. Ankara ve Diyarbakır’da çalışır. 1977 Eylül’ünden itibaren görevine İzmir’de devam eder.
TRT-2 kanalında Kitap Köşesi adlı izlenceyi hazırlar. Emekli olur ve halen İzmir’de yaşamaya devam eder. Evli ve iki çocuk babası olan Oğuz Tümbaş hakkında diğer bilmek istediklerinize gelince söyleşide bulacaksınız…
Kuş Övgüsü
.
.
.
Merhaba çocukluğumun
“Hacı leylekleri”
Sıcaklığımın göçmen dostları
Kırlangıçlar merhaba
Üveyikler
Keklikler
Güzeller övgüsü sülünler
Çileci kumrular
Merhaba doğanın tüm şirinleri
Bunca hinliğinize karşın
Ne çok sevecensiniz
.
.
.
Şiire 1962 de ağabeyinizin çıkarmış olduğu “Ah Bu Kızlar” isimli şiir kitabına kıskanmanızla birlikte başladığınızı söylüyorsunuz. Şiir sizin için o zamanlar bir özenti gibi gözükse de öyle olmadığını elbette biliyoruz. Ben hikâyesini biliyorum ama sizi yeni tanıyan dostlar için bu süreci biraz anlatır mısınız? Şiir aşkı nasıl başladı ve nasıl devam etti?
Evet; ağabeyim Yaşar Tümbaş’ın yayımladığı ilk ve tek şiir kitabı Ah Bu Kızlar , şiir yaşamımda bir milat sayılır. Elbette ilk başlarda özenme, öykünmeydi, kıskançlıktı. Ne ki daha sonraları şiir “hayatıma dahil” oldu. İlk yazdığım şiirler aşkla başlasa da arada toplumsal içerikli şiirlere de imza atıyordum. Hatta sağ düşüncede yer alan Hisar Dergisi Türkiye Liselerarası şiir Yarışması açtığında, ben de Urfa Lisesi’nden toplumsal içerikli şiirimle katılmış ve derece almıştım. Hem yerel gazetelerde, hem sanat dergilerinde şiirlerim, yazılarım çıktıkça, bana daha bir güven geldi.
Neredeyse 50 yıla yakın süredir bu aşk sürüyor. Şiir aşkı bir geldi, pir girdi içime! Bundan hiç de pişman değilim.
Bellek Pazarı
.
.
.
.
Söz uçar gökte sözlenir
Us ekinde gür
Dil şiirde usta
Yazıda izi başka sözcüklerin
Palazlanır yaşam
Bellek pazarında.
Ünlem mi korkutur
Son bir kalem imi
Yalın nokta mı
İşlev defterinde?
Cümle âlem bilir derdini
Kara kalemin.
Ünlü de gerekli
Ünsüze inat
Heceler yerine oturmalı
Güzel olmalı çocukların adı
“çünkü sözcük civadır
kolay oturmaz yerine.”
O zamanlar dergiler tabi ki revaçta. Edebiyat üzerine tüm ürünler dergilerden takip ediliyor. ( Şimdi internetten her şeye ulaşmak mümkün. ) Dergilerde şiirleriniz yayınlandığında ne hissettiniz. Siz de bir dönem Çele ve Meltem Dergisi’ni çıkarmıştınız, bazı dergilerde yayın kurulunda görev almıştınız. Ve o zamandan bu zamana dergiler hakkında neler söyleyeceksiniz?
O yıllarda edebiyat dergilerinden nitelikli ürünleri izliyorduk. Bilgisayar yok bilgisunar (internet) yok. Kimi dergiler örnek sayı gönderirlerdi postayla, kimisine de abone oluyordum. 1965 yılında ilk şiirim İstanbul’da yayınlanan Sanat Dünyası adlı dergide çıktı. Daha sonra Ankara’da Çele, Defne , Sivas’ta Su dergilerinde art arda şiirlerim çıkınca, yazma eylemim yoğunlaştı.
21 yaşımda Çele Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü (!) olduğumda zevkten dört köşeydim. 1967 Kasım’ında Meltem ’ i kurduk 4 arkadaşla birlikte. 15 aylık bir serüvendi; ama kendini kabul ettiren bir dergiydi. Dergicilikle uğraşmayı da çok sevdim. Daha sonraki yıllarda Ankara’da Evrim dergisinin yazı kurulunda yer aldım 1970 başlarında. Sonra araya giren bir suskunluk dönemi oldu. 1992’de yeniden yazmaya başladım. 2003 yılında İzmir’de ÜNLEM dergisi’nin kuruluşunda ve yazı kurulunda görev aldım. Yakın zamanlarda gene İzmir’de yayımlanan Alaz Dergisinin Yazı Kurulunda bulundum, editörlüğünü yaptım.
O yıllardan bu yana edebiyat dergilerinde görsel olarak büyük gelişmeler yaşanıyor. Sayıları da artıyor. Taşradan da güzel sesler geliyor son yıllarda. Gene de aklım eski dergilerde, gözüm onları arıyor. O dergileri çıkaran ustaları, yazanları… Varlık, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirüs, Oluşum, Güney, Hisar, Ilgaz, Yelken, Alan 67, Yeni Gerçek, Yansıma, Halkın Dostları… Unutmak olası mı bu dergileri? Hâlâ özlediğim, aradığım dergiler var içlerinde.
Yürek Söylencesi
Kiminde tekmil duygu
Kiminde kan kırmızı zulüm
Ya gül kokulu bahardır
Ya da nar gibi hüzün
Yürektir bu yiğidim!
.
.
.
Şimdiye kadar üç şiir kitabı çıkardınız. Şiire başladığınız tarih ile ilk kitabı çıkardığınız tarihe bakarsak çok uzun bir süre geçmiş. Fakat şimdi öyle değil; şiire yeni başlayan ve bir kitap çıkartacak kadar şiire sahip herkes bir yıl sonrasında kitabı ile dolaşmaya başlıyor. Nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Şiir kitabı çıkarmayı başlarda hiç düşünmedim. Dergi çıkardığımız yıllarda da kendimi yeterli bulmadım, şiirimin daha olgunlaşması, gelişmesi gerektiğini düşündüm. Kimi zaman görüştüğüm şiir heveslisi genç arkadaşlar hemen kitap çıkarma sevdasına kapılıyorlar. Belki birileri de kışkırtıyor onları. Nasıl olsa parayı verdin mi kitap bastırmak zor değil, anlayışındalar. Dergilerde görünmeden, olgunlaşmadan özeleştiri yapmadan, eleştirilere açık olmadan şiir kitabı çıkarmak çok yanlış. Daha sonra belki farkına varıyorlar, bu işin doğrusunun böyle olmadığını anlıyorlar; ama geç kalıyorlar. Kimisi de bir iki, gene aynı yanlışa devam. Bu şiirimiz adına da üzücü bir durum. Kitabı çıkan dediğiniz gibi şairim diye şişinerek ortalıkta dolaşıyor.
En çok kimleri okumayı seversiniz?
Şiir bağlamında soruyor olmalısınız. Sayıları az değil. Ahmet Haşim’i hep önemsemişimdir. Nazım, Attila İlhan, Ahmet Arif, Cahit Sıtkı, Orhan Veli, Melih Cevdet, Can Yücel, Edip Cansever, Cemal Süreya… Günümüz şiirinde sevdiğim adlar arasında Haydar Ergülen, Sina Akyol, Abdülkadir Budak, Zeynep Uzunbay, Ahmet Günbaş… var.
“Domates Kısmısı”
Sina Akyol’a. Dostuma.
Domates olduysa etli ve dudaklı
Yaz rengini buldu demektir.
Biber dengini
Soğanı ve kır yumurtalarını
Çubuk şarabını çabuk aç
Menemen’de dur!
Tarih eskidir. Zaman Ankara;
Gecenin yeşil ağladığı saattir,
Öfkenin hız kazandığı günler.
Kırılganlığın ve hüznün yazıldığı
“Birlikte yitirdiğimiz
Zalim ve sabırsız günler.”
.
.
.
Müzik şiirin kardeşidir, olmazsa olmazlarımızdandır. Kimleri dinlemeyi seversiniz?
Bana yakın duran, gönlümü hoş kılan, tat veren, doğru yapılmış her müzik yapıtına saygıyla, sevgiyle yaklaşırım. Şiirin en yakınıdır müzik; belirttiğiniz gibi olmazsa olmazı bir bakıma. Klasik müzikten, halk müziğinden, Türk Sanat müziğinden beni hoşnut kılan çok sanatçılar ve yapıtlar var.
Normal bir gününüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Emekli olduktan sonra günler gene yoğun geçiyor. Bilgisayar’la dostuz. Kararlı, dengeli biçimde bilgisayarın başında oluyorum; bilgisunar’dan e-postalarıma bakıyorum. Dosyalarıma bir göz atarım, nadasa yatırdığım şiirlerimi gözden geçiririm. Etkinlikler olduğunda da katılmaya çalışırım. Yürürüm, müzik dinlerim. Okunmayı bekleyen birikmiş çok sayıda kitap var, onları okumaya çalışırım. Gün dediğin ne ki, çok hızlı geçiyor.
Bir Günü Gül İçinde
Gün soluklu koşudur
Gün kapalı kutudur
Yaşar kendini içinde
Açılır dost gönüllere
Açılır sevdalara
Bir utangaç ceylan
Koşar güzelliğini
Ufuklara
Uyanır hafif uykusundan
Uyumlu serçe
Açar yeni şarkılara
Bütünleşir beğenilerle
Düşünürüm
Bir günü gül içinde.
.
.
.
Siz İzmir’de yaşıyorsunuz. Vazgeçemediğiniz mekânlar var mı?
Dünya şairi Homeros’un doğduğu, şiirler yazdığı İyon kenti İzmir’de geçmişin dokusunu aramıyor değilim. Her geçen gün betonlaşıyor İzmir. Arada bir Asansör terasında oturmak, varyantın tepelerinden ya da Kadifekale’den İzmir Körfez’ini izlemek, Agora’da kalıntılar arasında dolaşıp şiirler yazmak, Konak’tan, Alsancak’tan Karşıyaka’ya vapurla yolculuk yapmak, imbatın soluğunu duyumsamak, Alsancak’ta eski rum evlerinin bulunduğu alandaki birahanelerde, meyhanelerde, çay hanelerde dostlarla buluşup söyleşmek, bira içmek, çay yudumlamak, kahve höpürdetmek…Sade, duru, bulabildiğim doğal ortamlarda düşünmek, yaşamı kucaklamak da mutlu kılıyor beni.
Atina Günlüğü
.
.
.
Güneşi aldım sırtıma
İzmir’dekine özdeş
Yönlendim Akropol’e
Tanış taşlarda usul usul
Efesin kuşlarıyla
Kadifekale’den eser
Bir kokulu karanfil
Bu cumbalı gölgeler
Sanki Alsancak’tan siner
Sorma aklımı
Ya Güzelyalı’dadır
Ya Karşıyaka’da
Uzak bir Atina günündeyim
Gönlünü hoş tut.
Sevgilim
Bil ki Ege’deyim
.
.
.
Melih Cevdet Anday “şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır” der. Siz bunu gayet iyi başaran bir şairsiniz. İlk kitaptan son kitaba doğru ilerledikçe dildeki sadelik, akıcılık, kendine özgü kelimeler, Türkçe’ye hakimiyet ve düzgün kullanım hiç değişmemiş… Bu şair için çok önemlidir. Şiiriniz ciddi bir çalışma gerektiriyor. Şairler arasında böyle bir tartışma söz konusu son zamanlarda. Şiir çalışılır mı? Çalışılmaz mı? Siz hangi taraftasınız…
Ben şiirde sadeliği, duru anlatımı, akıcılığı seviyorum. Ezginin tınılarını dizelerime yansıtmaya çalışıyorum. Kimi şiirlerime yerel sözcükler de giriyor. Arı, duru bir Türkçe’yle yazmağa çalışıyorum. Başarılı olursam bundan ancak gönenirim. Şair çalışmalıdır elbette. Şiir çalışıldıkça, olgunlaşır. İçine doğduğu, aklına geldiği gibi sunamazsın okura. Üzerinde ciddi biçimde çalışmak zorundasınız. Çalışılmamış bir şiir hep eksik, yetersiz kalır bana göre.
Peki sizin şiirinizi besleyen unsurlar nelerdir?
Önce insan elbette. Şiir insansız olmaz; sevgisi, sevdası, yalnızlığı, umutları, hüzünleri, algıları, açmazları, savaşımları… Doğa da her zaman önemsediğim bir şiir malzemesidir. Çiçekler, ağaçlar, kuşlar… Onları izlek, konu, anlatım olarak şiirimde kullanmayı da seviyorum. Toplumsal konulara da duyarsız kalamaz bir şair. Slogancı bir şiiri benimsemedim, benimsemiyorum da. Toplumcu, toplumcu gerçekçi, devrimci şiir yazarken de şair şiirin kendine özgü duyarlığını, açılımını, söylemini elden bırakmamalı.
Sırma Su
Sırma suya
Düşer sarışın ay
Gecenin dudağı uçuklar
Arsız göz
Diker kara bakışını
Örseler şarkımı
Kıskanır erincini
Naif yüzümün
Damarıma basan öfke
Suyumu bulandırır
Ayaklanır içimdeki
Çok ezilmiş çocuk
.
.
.
.
Şiir üzerine çok güzel değerlendirmeler yapan ve günümüz ile geçmişi kıyaslayan çok güzel inceleme yazılarınız, araştırmalarınız ve denemeleriniz var bunları bir kitap halinde yayınlamayı düşündünüz mü? Şiir dışında edebiyat alanında ne tür çalışmalar ile ilgileniyorsunuz?
Ben deneme türünde yazılar yazmayı da çok seviyorum. Gençken de değişik konuları içeren yazılarım yayınlandı dergilerde. Kitap tanıtma yazılarını seviyorum. Oldukça birikti bu tür yazılar. Bu yazıları bir kitap olarak yayınlamayı düşünmez miyim? Ancak henüz bunları yayımlayacak bir yayıneviyle buluşamadım. Belki yakın bir zamanda olabilir. Şiir dışında öykü, roman alanlarda denemelerim olmadı. Düşünmedim de. Özellikle şiir. Ama yazı yazmaktan da hoşlanıyorum.
Siz bir yazınızda “geçici bir heves, tutku insanı gerçek şair yapmaz” diyorsunuz. Hatta o yazınızda çok güzel eskiden bugüne dek taşınan şiirler ve şairlerden, unutulmayanlardan örnekler veriyorsunuz. Kalıcı eserler üretmek için şiire yeni başlayanlara neler söylemek istersiniz?
Şiire yeni başlayanların özellikle çok okumalarını öneriyorum. Salt şiir kitabı, şiire değgin kitaplar değil; araştırma, inceleme, eleştiri, deneme, roman, öykü… ne olursa bol bol okumalı genç arkadaşlar. Şiirin geçirdiği evreleri bilmeli. Divan şirini, halk şiirimizi, Cumhuriyet dönemini, Garip, İkinci yeni şairlerini gözden geçirmeli. Şiirde seçici olmalı, kolaycılığa kaçmadan doğru, tutarlı, düzeyli olma erdemini göstermeli. Kendine özgü bir yol seçmeli, özgün olmalı, kendine bir yer edinmek için düşünce yapısına uygun dergilere yazmalı. Adam gibi şiir yazmanın bilincine varmalı.
İnce Oda
.
.
.
saçları olgun bir şehrin
yanı başına kursak evimizi diyorum
odaları ince
duvarlarında heyecan resimleri
şarkıları yumuşak
uzak düşler kursak kır kokulu yatağımızda
rengi biraz Afrikalı
biraz Asyalı
Eskimolu güleç çocuklar da girse araya
biz de
nar çiçeği yanaklı çocuklar doğursak hayata
gönençli bulutlar üstümüzden geçerken…
.
.
.
sonra yeniden ince odamızda
yeni düşlere başlasak
gerçek olgular kervanı yanımızdan geçerken…
Siz TRT’den emeklisiniz. TRT-2 kanalı için “Kitap Köşesi” adlı bir program hazırlıyordunuz. Biraz bahseder misiniz? Ekran karşısında sadece yeni çıkan kitapları anlatmak, tanıtım yapmak, örnekler sunmak program için olağan. Ben de bir Televizyon kanalında çalıştığım için özellikle mutfak kısmı ve programlar için özellikle tebrik, eleştiri, öneri için gelen tepkilerin değerlendirilme kısmı harika bir şey. Bir de edebiyatın her yerde etkin olması gerektiğine inanan birisiyim. Televizyon kanalları ne kadar etkili bu konuda nasıl değerlendirirsiniz?
TRT-2’de, emekli olmadan önce yayımlanan Kitap Köşesi’ni gerçekten heyecanla, zevkle hazırlıyordum. Yayınlandığı gün bir izleyici olarak da merakla saatini bekliyordum.
Ekrandan bir sanat, edebiyat, kültür izlencesini izleyiciyle buluşturmak çok özel, çok anlamlı. Televizyonlarda sunulan bu tür izlencelerin doğru seçimlerle, hazırlayanın donanımı, yeterliği ile başarıya ulaşacağını, izleyicinin beğeneceğini biliyorum. İzlence tutarlı, düzeyli, çağdaş düşünce doğrultusunda yapılırsa, amacına ulaşır. İşin mutfağı önemli. Edebiyatın sulandırılmadan, doğru ve saygınlık ilkesinden ödün vermeden televizyon kanallarında yayınlanmasını önemsiyorum. Dili, anlatımı, seçimi, sunumu ile televizyon yayıncılığı önemli. Edebiyata katkı bu bağlamda olursa, kitlelere ulaşması açısından da yararı büyük olur. Bu tür izlencelerin edebiyat alanında yetkin isimlerle hazırlanması, sunulması, bir dolgu olarak değil, ciddi anlamda sorumlulukla sunulması gerekir diye düşünüyorum.
Her okuduğunuzda sizi çok fazla etkileyen bir şiir var mı? Ya da bir roman? Mesela en son kimin kitabını satın aldınız?
Bunu adlandırmak isteniyorum. Okuduğumda beni etkileyen şiirler olmuyor değil. Tekrar tekrar okuduğum, tat aldığım şiirler oluyor elbette. Şu günlerde roman, öykü, şiir alanında çok kitap birikti. Onları okumaya çalışıyorum. Mehmet Atilla’nın İskandil , Zeliha Akçagüner’in Sevdanın Son Durağı yeni çıkan iki romanı; ikisini de beğeniyle okuyorum. Sultan Su Esen’in Keje Maria , Seviye Merih’in Oralarda Bir Yerde adlı öykü kitaplarını da okuyorum bu arada. İlya Yayınları arasında dört kadın öykücümüz Esra Odman, Gönül Çatalcalı, Suna Güler, Buket Akkaya’nın öykü kitapları da yakınımda. Sırasıyla onları da bitirmeye çalışıyorum. Şiir kitapları da yanı başımdan eksik değil. Şu sıralar Güngör Tekçe’nin Dokunuşlar, Aziz Kemal Hızıroğlu’nun İnsan Neresi , Özcan Yalım’ın Issızlıkta , Mehmet Sarsmaz’ın toplu şiirlerinden oluşan Mehmet Sarsmaz Cumhuriyeti . Elbette Süheyla Taşçıer dostumun Payan Yayınları’ndan çıkan Yağmur Altında Sevişsek, On İki Saatlik Sevgili, Tenimin Altındaki Tanrıçalar …
Çömlekçi Kız
düşten uyandım
vurgun yemiş bir mecnunla
çölden çıktım
kille yıkadım saçlarımı
ovdum gözlerimi parlak yıldızlarla
dumanı tüten bir sevinçle sevdim toprağı
umut diledim uzun yolda kendime
elleri aşklı çömlekçi kıza güldüm
dedim ki gözlerimin derinliğine bakarak
ılık sesimle:
bana da
gül kokulu testi yap
çamuruna aşk kat
suyu serin olsun
düşüm sana yorulsun
.
.
.
On dördüncü İzmir Kitap Fuarı’nda siz de etkinliklere katılan şairlerimizden biriydiniz. Oradaki atmosferi bize anlatır mısınız? Kitap okumayan bir milletiz. Bu tür kitap fuarları amacına ulaşıyor mu?
Aslında kitap fuarları daha çok insanın kitapla buluşması, daha uygun ederlerle kitaplara sahip olması açısından önemli. Benim açımdan hem bir dostlar buluşması, hem de kitaplar içinde olma mutluluğu… Etkinlikler, söyleşiler, paneller,imza saatleri… Ancak gene popüler olan, medya tanınmışlığı, ekran ayrıcalığı kimi yazarların kitaplarına ilgiyi çekti. Bu tür kitap fuarları çok da amacına ulaşamıyor. Ekonomik kriz elbette önemli bir etken; ama okuma konusunda alışkanlığımız, geleneğimiz de yok! Devlet, yerel yönetimler, okullar, eğitilmiş aileler bu konuda daha eğitici, yönlendirici olabilirler diye düşünüyorum.
Şimdiye kadar çıkardığınız kitaplardan beni en çok etkileyen “ince oda” olmuştur. Şiirleri okuyunca birden içine sarıveren yapısı var. Kitap ismi de oldukça incelikli bir isim. “Çömlekçi Kız”, “Garibin Yerinde Garip Düşünceler” şiirlerinizin tadını hâlâ damağımda taşıyorum. Gerçi kitaplarınızın çıkış tarihine bakılırsa her birinin arasında 4-5 yıl süre var fakat bizlere yeni bir kitap müjdesi verecek misiniz? İnce Oda’dan sonra nerede ağırlayacaksınız bizi?
Sevgili Banu Kalyoncu, içtenliğinize teşekkür ederim. İnce Oda’yı ben de sevdim. Her yeni kitap bir öncekini aşsın istiyorum. Hazır bir şiir dosyam var; ancak ne zaman hayata geçer kesin bir tarih veremiyorum. Biliyorsunuz yayınevleri bu konuda çok istekli değiller. Oysa salt tecimsel amaçla çıkarılan kitapların yanında, seçenekli olarak, saygınlık bağlamında şiir kitaplarını da yayınlama konusunda özverili davranmalılar diye düşünüyorum yayınevlerinin.
İçimden hem düz yazılarımın, hem de şiirlerimin iki ayrı kitapla 2010 yılında yayınlanmasını istiyor. Zaman ne gösterecek bakalım.
GARİBİN YERİNDE GARİP DÜŞÜNCELER
fotoğraf bu
albümlerde dolaplarda kutularda
üzülür uzun bakılmazsa
sıkıntıyı sarartır
bellek de yaman
saklar eski fotoğrafları
gülümsemeler omuz dostlukları
el buluşmalarıyla
.
.
.
.
garibin yerinde
bir fotoğrafa sıkışırız
ay bizden memnun
biz hoşnutuz zamandan
deniz gömleğimize
desen desen işler sesini
belki gelecekte anar
çoluk çocuk albümde
sararmış diliyle fotoğrafın
gülümser gözlerimize
Zaman ayırıp sorularıma tüm içtenliğinizle cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Okuyucularınıza söylemek istedikleriniz var mı?
Ben de bu söyleşi için size teşekkür ederim. Okurlara şiirle, sanat ve edebiyatla dolu sağlıklı, esenlikli, umutlu günler diliyorum.
BanuKalyoncu