Siz hiç Zeynep Köylü okudunuz mu? Belki bu şiirin tamamını merak edersiniz.
Kuyu dinletileri
I
geceden ihanetle ayrılıyor yüz
içindeki melekle konuşma diyor annem
kırgınım. Aynaların bıçak bileyişine
.
.
II
bir kayanın dipleri nasıl olsa acırdı
ağzımdaki haremin kapısında durdular
boynumdan zehirliydim
kırlangıç ömrüyle yürüdüm ardınızdan
uzlaşmıyor gelincik içimdeki fanusla
sihirli flüt çaldım kızların bahçesinden
deniz uzak bir yasın saçlarını tarardı
bakarlardı tanrıya aydan küçük adamlar
ışığın yankısı ezildi suya
kırlar kadar yalnızım, sakın öpmeyin beni
sokak lambalarından hep geri döndüm.
Siz hiç Zeynep Köylü okudunuz mu? Belki bu şiirin tamamını merak edersiniz. İlk okunuşta kendini ele vermeyen şiirleri hep sevmişimdir. Bir şiiri farklı zamanlarda defalarca okuduğum olmuştur. Kimini çok sevdiğimden, kimi şiiri henüz içindeki sırrı çözemediğimden. Herkese göre değişir elbet. Belki okuyunca beni tamamlamadığındandır.
Artık şiir yazmıyorum diyorsam, bu şiir okumayacağım anlamına gelmiyor değil mi? Sizlere tavsiye edebileceğim onlarca şiir kitabı var. İçinde bin kere ölüp dirildiğim şiirlerle beraber. Son zamanlarda daha çok roman okuyorum aslında. Hastası olduğum yazarlar var. Vazgeçemediğim ve kitabının çıkacağı haberini alınca bir sevgili yolu bekler gibi, kitapçıların raflarını her gün arşınladıklarım vardır. Hasan Ali Toptaş’ın “Heba”sını nasıl beklediysem… İçinden ne çıkacağını bilemediğim, kurgusu başarılı, anlatımı muhteşem, binlerce hayalin içinde kaybolup kitabın sonunda seni uyandıran bir tokatla karşılaşabiliyorsunuz. İlk defa okumuyorsanız yazarın kitaplarını az çok nasıl okunması gerektiğini biliyorsunuzdur. Dikkatli bir okur olmak zorundasınız. Yoksa asla sevmezsiniz. Romanın ilk sayfasında düşler aleminden bir rüyaya yatarsınız… İçinde gördüklerinize inanmayın, her şeyin tersi çıkabilir. Ağlayabilirsiniz. “”Heba” son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardandı.
Kurgusuna hayran kaldığım, okumaya başladığınızda elinizden asla düşürmeyeceğiniz, tarih bilgisine hasta olacağınız başka bir başucu yazarımdan İhsan Oktay Anar’a geçelim mi? “Yedinci Gün” kitabının tadı damağımızda kalmıştı ki, bu yılın en iyi hediyelerinden biri yazarın yeni kitabı “Galiz Kahraman” oldu. Şu an okuyorum, yoğunluktan, işlerden, hastalıklardan anca fırsat bulabildim. Gerçi hiç bitmesini istemiyorum. Bittiğinde özellikle okuduklarımdan sizlere ayrıntılı yazılar yazmak istiyorum. Ah zamansızlık!
Kitap arsızıyım ben, okunmayı bekleyen Ayşe Kulin’in “Hayal” kitabı da bekliyor. Bu nedenle bir sonra yazacağım yazıda ayrıntılı bahsedebilirim. Belki siz de eşlik etmek istersiniz. Geçenlerde de böyle bir şey söylemiştim, lakin “merhaba” demek bile unutulmuş edebiyatdefteri’nde. Beklemek ve umut etmek gibi sonsuz bir inadım var benim. Ölene kadar da devam edecek sanırım.
Son zamanlarda herhangi bir konsere gittiğimi söyleyemem. Fakat size Sertap Erener’in söylediği bir şarkıyı dinlemenizi tavsiye edebilirim. Fakat sesini iyice açıp birlikte söyleyin. Levent Yüksek’den dinlemeye alıştığımız “Bu Gece Son “ şarkısı var ya? İşte onu Sertap Erener’e Serdar Barçın eşlik ederek söylemişler. O versiyonunu dinleyin lütfen. Bu kıyağımı da unutmayın : ))
Film izliyor muyum diye sorun bana. Düşünüyorum da en son “Düğün Dernek” filmini izledim. Hatta ablamla birlikte gitmiştik sinemaya 15 gün oldu ya da olmadı. Filme çevredeki insanların konuşmalarına kulak verdiğimiz kadarıyla birkaç kez izleyenlerin yeniden geldiğine şahit olduk. Film başladı, bazı birkaç sağlam espri dışında beni güldüren, sürükleyen hiçbir şey yoktu. İlk yarı bitmek üzereyken nasıl esnediğimi ve sıkıldığımı anlatamam. İlk yarının bittiğinde yanımda oturan ablamın uyuduğunu gördüm. İkinci yarıyı izlememe kararı aldığım çok nadir filmlerden biriydi. Ben tuhafım evet, herkesin beğendiği, sevdiği şeyleri sevmiyor olabiliyorum. Bu hafta güzel bir film armağan etmeliyim kendime, önerisi olan var mı?
Ben bu yazımın son satırlarını yazarken malum pazartesi doğdu. Hiç uykum yok. Yarın erkenden uyanıp ajansta olmam gerek. Kaç kahve içsem ayılabilirim ki diyeceğim fakat; ben gerçekten tuhafım kahve benim uykumu hiç açmamıştır. Hafta sonu neden var, neden tatil yapıyoruz biz anlayamıyorum. Cumartesi sabah erkenden kendimi dışarı atıyorum, akşama kadar hangi han içinde ne var, hangi sokakta güzel bir kare yakalarım, nerede güzel köfte yapıyorlar hepsinin peşindeyim. Gerçi fena da olmuyor, yakında instagram’da yayınladığım fotoğraflarımdan bir sergi bile düşünebilirim : )) Akşam olunca Beyoğlu, Bebek, Kadıköy bir yerlerde gez dolaş arkadaşlarla toplan… Pazar sabah kalk erkenden kahvaltını yap, yürüyüşe çık, Beşiktaş’tan başla, Emirgan’a kadar devam et. Onlarca kahve çay molası ver, deniz havası al, karşılaştığında arkadaşlarınla dedikodu yap : )) yola devam et… Akşam olunca yemeğini ye, haftaya hazırlan. Yorgunluktan kemiklerin sızlasın, elin kolun kalkmasın, uykunu almadan pazartesi işbaşı yap. Hani tatildi, dinlenecektik. Bu hızlı, kalabalık ve dijital çağ içinde nerede durup nerede koşacağımızı bir türlü öğrenemedik.
Siz şimdi pazartesi sendromundan da bahsedersiniz. Tatil gününüz de ayaklarınızı uzatıp dinlenmediyseniz, sevdiklerinizi arayıp onlara “özlediğinizi, sevdiğinizi” söylemediyseniz, onları görmediyseniz şikayet etmeyin. Sağlığınız yerindeyse, nefes alabiliyor, görüyor, dokunuyor ve yürüyebiliyorsanız önce bi gülümseyin. Şükredin bunlardan birini bile yaşayamayanlar da var. Sonra “merhaba” demeyi öğrenin lütfen. Lütfen diyorum. Gülümseyen, şükreden ve merhaba diyen kişinin mutluluğuna şahit herkes aynı tepkiyi verecektir. Çevreniz güzelleşir. Çünkü mutluluk bulaşıcıdır. Bir işiniz olduğu için, bir çatıya sahip olduğunuz için, sevdiklerinizin yanında olduğu için, aç kalmadığınız için inanın çok şanslısınız, şanslıyız. Ve sırf bu yüzden yağmur, kar yağarken mutsuz olmamayı öğrendim ben. Çevremdeki olumsuzluklardan, bunalım insanlardan, sorunlu kişiliklerden, ahlak değerlerini kaybedenlerden uzak kalmayı başardığım için, yalnız kalmaktan korkmadığım için mutluyum ben! Deneyin… Çevrenizi güzelleştirmek ve mutlu olmak elinizde.
İdiller Gazeli
gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak
sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı
gövden ruhunun yaz gecesi mi ne
çok idil, çok deniz, çok rüzgâr
çocukluğun tutmuş da yine âşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur a
aşk bile dolduramaz bazı âşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran
heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan
gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan
hadi git şehirler yık kalbimize bu aşktan
Haydar Ergülen mutlaka okumuşsunuzdur. Böyle bitirelim bu haftayı. Aşk ile başlasın. İlla sevgilinize değil, annenize, babanıza, kardeşinize, işinize… Ruhunuzu incitmeyecek, hevesinizi kaçırmayacak, yüzünüzü her daim güldürecek… Haftanız muhteşem geçsin.
Sevgilerimle…
Banu Kalyoncu / martınücüikibinondört