23.1.2017
Masallardan mektuplara uzanan keyifli bir yolculuk için...
“Su başında durmuşuz
Su serin
Çınar ulu
Ben şiir yazıyorum
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak
Çok şükür yaşıyoruz
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze. “
Sevgili Nazım’ın “Masalların Masalı” şiirinin tamamını mutlaka okumuşsunuzdur. İçinde sadeliği, sükuneti, sevgiyi, güneşi, aşkı ve bu kainatın tüm güzelliklerini ne güzel anlatıyor. Bakınca görüyorsunuz. Şiire bakılır mı diyeceksiniz? Evet, bir şiir böyle güzel anlatılmışsa ve okurken karşınızda bir film gibi akıyorsa çok rahat görüyorsunuz. İçine eklemek istediğiniz şeyler mutlaka olur ya da görünce hissedeceğiniz dizeler sizi sarar. Hayata karışır böylelikle.
Nazım Hikmet, Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Dünyaca tanınmış bu çok güzel adamın geçen hafta doğum günüydü. Ben bu kadar kısmı yazmış fakat rahatsızlık nedeniyle tamamlayamamıştım yazımı. Bu hafta kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
Bu geçtiğimiz hafta boyunca ünlü yazar ve şairlerin sevgililerine yazdığı mektupları okudum. Hangisi çok keyifliydi derseniz; Nazım ile başlayalım. Umut dolu, bir mucizenin adımlarını izlemek gibi her günü, her saati kötü düşüncelerden uzak tutarak yazılmış her bir satırı sizlere de tavsiye ederim. Çünkü okurken, yıllarca hapishanelerde kalmış, sürgün yemiş ve sevdiklerinden uzakta yaşamış birinin kötü sözlerini, perişan hallerini anlatan, sürekli şikayet etmesini beklediğimiz sözcükler arıyoruz. Yok! İşte bu yüzden daha çok seviyorum seni. Okudukça kendi şikayetlerimi ve üzüntülerimi düşündüm, birer hiçmiş!
Nazım Hikmet’ten Piraye’ye
Karıcığım,
Bu seferki ilk mektubuma senin için yazdığım bir şiir ile başlıyorum:
Saat dört yoksun, Saat beş yok / Altı,yedi ertesi gün ve belki kim bilir… /Hapishane avlusunda bir bahçemiz vardı. /Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı./Gelirdin,yan yana otururduk, Kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde…
Kuzum karıcığım, bu şiirleri iyi oku. Yazdıklarımın en ustaları değilse de en yalansızlarıdır. Seni nasıl yalansız, süssüz, sanatsız seviyorsam, bunlar da öyle…”
Yine Nazım ile devam edelim...
“Sana benim yazmak isteyip de bir türlü düsturlaştıramadığım en güzel hisleri, en kuvvetli fakat en feci şekilde sen mektubunun sonuna yazmışsın: Sen olmasan ben ölürdüm, diyorsun… Ben de öyle bir tanem. Ve bu böyle olduğu, birbirimizi bu kadar, yaşamanın manası olacak kadar sevdiğimiz için, her şeye rağmen, yaşamaya en çok hakkı olan iki insanız… Ve son nefesimize kadar, bütün dertlerimize, ızdıraplarımıza rağmen, tam manasıyla yaşamanın ne olduğunu anlamış iki insan saadetiyle birbirimize kopmaz bağımızı her gün her saat biraz daha kuvvetle öreceğiz, düğümleyeceğiz… Sen olmasan ben yaşamayacaktım, karıcığım…” Nazım Hikmet
Nazım ile başladım fakat devamı geldi. En ünlülerinden herkesin bildiği Kafka’nın Milena’ya Mektupları, evet gerçekten etkileyici. Onun kitaplarını uzun süre okuyamadım. Her okuduğumda içimde bir sıkıntı, boğazımda bir el beni nefessiz bırakıyordu. Kitabı usulca bırakıp bulunduğu yerden kaçıyordum. En sonunda onları Önder’e verdim, artık Önder benimle görüşmüyor. Resmen onu zehirledim, ellerime kızıyorum, keşke vermeseydim… Ama mektuplarını okurken çok eğlendim. Bir türlü susmayan kafamın içinde beni rahatlatan ve gülümseten çok şey buldum. Okuyanlar hatırlayacaktır bu mektubu, güzel bir azar ile başlıyor.
Franz Kafka‘dan Milena’ya
Hayır Milena, size yazmam için bir başka olanak daha yaratmanızı, sizden bir kez daha rica ediyorum. Postaneye boşuna gitmemelisiniz, o küçük postacınız bile -kimdir o?- gitmemeli, hatta postacı kadına bile boş yere mektup sormamalısınız. Başka hiçbir olanak bulamıyorsanız, duruma dayanmak zorundasınız, ama hiç değilse biraz çaba harcayın, yazmam için olanak yaratın.
Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız. Ben sizdim, sizse ben. Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi,eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümümüz de değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz. Bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı.
Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardılar. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz ya da belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi, belki de birinin kollarına yığılan bendim.”
Uzun uzun okuyup not aldığım, tekrarladığım, paylaştığım, anlattığım bu mektuplara uzanma sebebim, az önce bahsettiğim gibi çok rahatsızdım ve evden çıkamadım. Bir hafta en güzel ne yapılır? Tabi ki kitap okunur. Film izlenir ve bol bol yazılır. Yazma kısmını evet ihmal ettim ama çok güzel sayfalar eşlik etti bana. Mutluyum… Şimdi bu hafta için başka bir konu aktarmak istiyordum size. Fakat hafta ortasında, sanırım çarşamba günü başlayacak kar yağışı ve müthiş soğuklar geri dönüyor haberleri var. Elbette rabbim bilir ama evde mahsur kalacaklara güzellik yapmak istedim. Bu mektuplar sizi hem mutlu edecek, hem keyif verecek, hem zamanınızın nasıl akıp gittiğini anlamayacaksınız. Şimdi sizin de gerçekten beğeneceğiniz bir mektup ile baş başa bırakacağım. Ben bayıldım!
Albert Einstein'dan Eşi Mileva'ya
“Sevgili Pisiciğim, az önce, Leonard’ın ultraviyole ışıktan katot ışınlarının elde edilmesine dair muhteşem bir makalesini okudum. Bu güzel yazının etkisiyle öyle bir mutlulukla doldum ki senin de bundan mutlaka payını alman lazım. Moralini bozma sevgilim ve kuruntulara kapılma. Seni bırakmayacağım ve her şeyi mutlu sona vardıracağım. Sadece birazcık sabır.”
Yeni başlayan hafta hepimize mutluluk ve huzur getirsin. Güzel görmeyi, güzel düşünmeyi ve güzel bakmayı ihmal etmeyin lütfen. Çünkü hayatınıza kattıklarınız size yön verir. Sait Nursi’nin Mektubatlarında geçen bu muazzam sözü hatırlamadan da geçmeyelim. Tek bir cümlenin sayfalar dolusu içeriğe sahip olduğunu hatırlatarak. “Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.”
Sevgiyle
Banu Kalyoncu