Hafta sonu yazımı okuyanlar varsa bu konudan kısaca bahsetmiştim. Şimdi biraz daha detaylı anlatmak istiyorum. Pandemi sonrası hepimizin hayatında rutin giden bazı alışkanlıklarımız değişti. Bazılarımızın çalışma rutinleri değişti. Çoğu zaman ofise gitmeyip benim gibi evde çalışanlar var, bazılarımız ise haftanın bazı günleri ekip ile toplanmak için ofise gidiyor. Bazen de kalabalık bir kafeye gidip laptopumuzla çalışırken, kahvemizi içip etrafımıza bakınırken kendimizi tuhaf bir yalnızlık hissi içinde buluruz. İşte bu durumu en iyi tanımlayan kavram, TDK’nın açıklamalarına göre “2024 Yılının Kelimesi/Kavramı” olarak seçilen “kalabalık yalnızlık”. TDK’nın sayfasından aynen alıntılıyorum.
"Türk Dil Kurumu 2024 yılının kelimesini “kalabalık yalnızlık” olarak açıkladı. Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) iş birliğiyle, alanında uzman isimlerden oluşan Değerlendirme Kurulu tarafından belirlenen 7 kelime/kavram Türk Dil Kurumu internet sitesinde halk oylamasına sunulmuştu.
Oylamaya değer bulunan kelimeler “kalabalık yalnızlık”, “merhamet”, “yabancılaşma”, “algoritma”, “yozlaşma”, “yapay zekâ” ve “dijital yorgunluk” olarak belirlenmişti.
Yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı halk oylamasında “2024 Yılının Kelimesi/Kavramı” olarak “kalabalık yalnızlık” kavramının seçildiği açıklandı.
Değerlendirme Kurulunun “kalabalık yalnızlık” kavramı ile ilgili gerekçesi şöyledir:
“2024 yılında, insanların kalabalıklar içinde yalnız hissettiklerini gösteren araştırmaların sayısında artış olduğu görülmektedir. Birbirlerinin zıddı gibi duran, teklik ifade eden ‘yalnızlık’ ile çokluk ifade eden ‘kalabalık’ aynı anda var olabilmektedir. Sosyolojik, psikolojik, iletişimsel gerekçelerle açıklanabilen bu durum, bireylerin gündelik yaşamlarında, kurdukları ilişki biçimlerinde kendisini göstermektedir.
Araştırmalar, sosyal medya ve dijital teknolojilerin kullanımının artmasıyla insanların kendilerini daha yalnız hissetmeye başladıklarını göstermektedir. Sosyal medya ortamında takipçi, beğeni sayılarının önem kazanması, sözde ‘kalabalık’ bir ortam oluşturulması yalnızlık hissine çözüm gibi algılansa da yalnızlık hissini artıran bir sonuç ortaya çıkarmaktadır. Dijital dünyanın gelip geçici ilişkiler önermesi, yalnızlık hissini derinleştirmektedir.
Diğer yandan hayatın giderek artan hızı, artan insan hareketliliğiyle birlikte toplumsal bağların zayıflamasıyla bağ kurmakta zorlanan bireyler, kendilerini kalabalıklar içinde yalnız hissetmektedirler. Bireyin çevresinde insan sayısının fazla olması, kendisinin yalnızlık hissetmediği anlamına gelmemektedir. Aynı ev içinde aile bireylerinin olması, aynı yemek masasında yalnız hissetmeyi engellememektedir.”
Peki nedir bu “kalabalık yalnızlık” ve neden hepimizi bu kadar derinden etkiliyor?
“Kalabalık yalnızlık”, insanların etraflarında fiziksel veya dijital anlamda pek çok kişi olmasına rağmen kendilerini yalnız hissetmeleri olarak özetlenebilir. Sosyal medyada yüzlerce takipçi, kalabalık iş yerlerinde bir sürü çalışma arkadaşı, şehirlerde binlerce komşu… Tüm bu “kalabalığa” rağmen aynı anda içimizde giderek büyüyen bir kopukluk, bir yabancılaşma duygusu. Sanki herkes etrafımızda ama kimse gerçekten “yanımızda” değilmiş gibi.
Bu kavram, iç içe geçen teknolojik yenilikler, hızlı kentleşme ve bireyselleşen yaşam tarzlarının bir tezahürü olarak gün yüzüne çıktı. Bir yandan sürekli iletişimde olduğumuzu düşünürken, diğer yandan derinlemesine bağ kurma konusunda eksiklik yaşıyoruz. Hatta şöyle düşünelim, eskiden birlikte vakit geçirdiğimiz kaç arkadaşımızla halen görüşüyoruz?
Kalabalık yalnızlığın temelinde, “iletişimsizlik” veya daha doğrusu “düzeysel iletişim” yatıyor. Gün içinde pek çok kişiyle selamlaşıyor, sosyal ağlarda pek çok paylaşıma göz atıyoruz ama bu temasların çoğu yüzeysel kalıyor. İnsan, gerçek bir yakınlık ve anlaşılma duygusuna ihtiyaç duyuyor. “Kalabalıkların içinde kaybolmak” tam da bu hissin bir yansıması. Ne kadar çok insan varsa, o kadar az anlaşılabiliriz gibi geliyor. Özellikle hafta sonları, arkadaşlarımızla dışarıda buluşuyor veya aile toplantılarına katılıyoruz. Fakat birkaç saatlik buluşmalar, paylaşılan hikâyeler, keyifli anlar bir anlığına mutlu etse de bazen eve döndüğümüzde hâlâ içimizde tarif edemediğimiz bir yalnızlık hissi kalabiliyor. Sosyal medya platformlarının artması, anlık mesajlaşma uygulamalarının yaygınlaşması ve “her an çevrimiçi” olma mecburiyeti, iletişim yollarını çoğalttı ancak içten içe bir “dijital yorgunluk” da yarattı. Herkesin sürekli aktif olduğu bu dünyada sanki aynı anda birçok yerde olmamız gerekiyor. Bu durum gerçek hayatta insanlarla kurduğumuz derin bağları zayıflatabiliyor. Sonuç, mutsuzluk ve yalnızlık duygusu.
Bu yazıyı özellikle bugün yayınlamaktaki amacım, yeni bir yıla girerken hani bazı kararlar alırız ve onları yeni yılın ilk haftası unutur gideriz. Bu sene öyle yapmayalım. İçten ve samimi, daha iyi iletişim kurarak, kendimize ve iletişimde olduğumuz kişilere değer vererek. Duygularına da temas ederek, daha kalıcı, daha uzun vadede dostlukları anlamlı kılabiliriz. Bu elimizde.
Yalnızlık duygumuzun önüne geçebilir miyiz? Bence evet! Bu sene alışkanlıklarımıza şunları ekleyebiliriz mesela; ailemizle ya da sevdiklerimizle birlikteyken telefondan uzaklaşabiliriz. Sofradaki yemeklerin lezzetini, sevdiklerimizin hayatındaki gelişmeleri, yüzlerindeki gülümsemeyi, onların seslerini, içtiğimiz kahvenin tadına odaklanabiliriz. Bizlerde bu hissiyatın oluşturduğu duygu yoğunluğa varalım. Sosyal medyadan uzak kalalım demiyorum ama sürekli online olmak yerine sınırlarımızı belirlememiz hem sağlığımız açısından önemli, hem zihnimizde sakin bir alan oluşturabiliriz. Şimdiye kadar yapmak isteyip bir türlü başlayamadığınız o yürüyüş ya da koşuya başlayabiliriz. Resim yapabilir, yemek kurslarına katılabiliriz. Çok keyifli birbirinden çeşitli ve merak uyandıracak atölyeler var. Üstelik yeni kişiler tanıyabilir, atölye sonunda yeteneklerimizden keyif almak kadar, yalnızlık duygumuzu da azaltabiliriz. Kendi başımıza kalmış olsak bile iletişim olgusunu doğru kullandığımız sürece yalnız olmadığımızı anlayacağız. Az önce yukarıda saydığım ve sevdiklerimizin bize hissettirdiği o sevgi duygusu çok güçlü. Ayrıca bazen sağlıklı yalnızlığa da ihtiyaç duyarız. Önemli olan bunu bilinçli ve keyifli bir sürece dönüştürmek. Kendimizi tanıyıp nelerden hoşlandığımızı keşfetmek, sağlıklı yalnızlığı kalabalık yalnızlıktan ayırır.
Bir hafta sonu kaçamağı ya da yoğun bir iş gününün ardından kendi içimize dönüp “Neden bu kadar yalnız hissediyorum?” diye düşündüğümüz anlar olabilir. Unutmayın, “kalabalık yalnızlık” sadece sizin değil pek çok kişinin yaşadığı bir durum. Bu kavramın yılın kelimesi olarak seçilmesi de gösteriyor ki, hepimiz modern dünyanın getirdiği bu çelişik hisleri paylaşıyoruz.
Hepimizin anlayışa, paylaşıma ve gerçek yakınlıklara ihtiyaç duyuyoruz. Kalabalık yalnızlıktan kaçmak mümkün mü? Tamamen olmasa da bilinçli adımlarla, yüzeysel iletişimi daha sıcak ve yakın ilişkilere çevirme niyetiyle ve kendi iç dünyamızı tanıyarak bu duyguya mahkûm değiliz. Değerli zamanımızı, hem kendimizle hem de sevdiklerimizle gerçekten bağlantı kurmaya ayırırsak belki de kalabalıkların içinde bile yalnız olmadığınızı fark ederiz.
Keyifli ve harika bir yıl geçirmek dileğiyle! Sevgilerimle.
Banu Kalyoncu