Bugün Nazım Hikmet’in doğum günü. Birçok etkinlik ile anıldığını biliyorum. Bir kez de biz saygıyla analım istiyorum.
Herkese merhaba…
Bütün bir haftam kâh pencere önünde, kâh sokaklarda kar’ın yağmasını beklemekle geçti. Nafile… Kokusu bile gelmedi, kendisi gelsin. Artık beklemiyorum. Kışı sevdiğimden de değil. Son üç yıldır çocukluğumdan beri her üstüne bastığımda o kendine has çıkardığı ses, bembeyaz türlü türlü şekillerle kendine hayran bırakan… Ama soğukluğundan nefret ettiğim bir durumu yeniden yaşamak istemiş olmamdı. Seneye yaşarım n’apalım.
Yaz çocuğuyum, yaz olsun da bana deniz kum güneş üçlüsüyle beraber kimsenin olmadığı bir yer verseler, seve seve yaşarım… Şimdi düşleyin bakalım, seyrek çam ağaçlarından oluşan bir orman, önü açık denize bakıyor. Hamağınız kurulmuş elinizde kitabınızla yerleşiyorsunuz. Hava dingin hafif rüzgâr, kuş sesleri belli belirsiz, arada dalga sesleri… Gökyüzüne, elinizi uzatsanız çam ağaçlarından kurtulur kurtulmaz dokunacak gibisiniz. O kadar yakın. O kadar güzel ki… İşte böyle bir anda aklınıza gelebilecek üç isim kim olabilirdi acaba?
Çocukken böyle sorular sorulurdu. Şimdi şeklini değiştirdi, adalara yolu düşen pek yok sanıyorum. Varsa da ben bi hayli uzak kalmışım. Artık bunlar yerine okuduğum kitapları, dergileri, izlediğim filmleri, gezdiğim sergileri, fotoğraf gösterilerini, sohbet ettiğim yazar ve şairler hakkında kısa notlar yazıp arşivlemeyi seviyorum. Vaktim anca bunlara yetiyor. İşimle ilgili geniş bi arşiv ve sürekli hafızamda tuttuğum isimler, yetişmesi gereken işler derken yeterince yoruluyorum. Edebiyat Defteri’nin bana ayrılan bu bölümü de benim için çok özel bir yer teşkil ediyor. Haftalık analizlerimi sizler için daha az belki değinerek geçtiğim ama not defterim olarak kullandığım bi sayfa. Tek farkı burada bana eşlik ediliyor.
Öncelikle eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Lakin geçen hafta bana eşlik eden; Serdar Keskin, Oktay Zerrin, Filiz Punar ve Refika Doğan’a içten teşekkürlerimi sunuyorum. 90.000 üyenin olduğu bir edebiyat, şiir sitesinde yalnız olmadığımı hissettirdiğiniz için. .)
Her ayın son haftası sürpriz bir isimle söyleşilerimi sizlerle paylaşacağım. Bu senenin ilk konuğu benim için çok özel biri. Antalya’da yaşarken bir kitapçım vardı, işten çıkınca yürürdüm. Her hafta sonu illaki bir kitap alır hafta içi bitirirdim. Şiir kitabı alıyorsam yanında mutlaka dergi. Bir gün şairin kitabına rastladım. Kapağını açtım içinde kısa bir not ve imza. “Bir Şiirin İnceliğiyle- 23.05.2005 … " Ayrıca şairin mail adresi vardı. Aradan onca sene geçtikten sonra acaba hâlâ aynı adresi kullanıyor mudur? Denedim. Ve şöyle dedim; “Dün burada bir kitapçıdan sizin kitabınızı aldım. İçinde imzanız vardı. Yıllar öncesinde bir başkasına imzalamışsınız. Fakat şimdi benim oldu o kitap. Teşekkür ederim.” İşte o günden beri zevkle takip ettiğim. Kısacık dizelerde çoğu zaman göç ettiğim, kimi zaman hayal kurduğum, ağladığım, ıslandığım, türkü söylediğim olmuştur. Ay sonuna bi aksilik olmazsa – ölüm, hastalık vs. - sizlerle tanıştıracağım.
Hani hep deriz ya; “bugün bi şarkı dinledim, kitap okudum, birini gördüm, film izledim… Hayatım değişti” : )) Yok hayatım değişmedi ama durmadan kendimi sorguya çeken biri olarak sorularım sıklaşmaya başladı. Sanırım otuzlu yaşlarım bitmeden bu soru furyasını bitirmek istiyorum. Kırklı yaşlarımda başka planlarım var çünkü…
Nisan ayında gösterime girecek “Never Let Me Go” filminden bahsediyorum. Kimin oynadığı kaç dakika olduğunu merak edenler internetten bakabilir. Beni asıl içine çeken durumu, konusu. Normalde akıcı olmayan ve rutin filmler çok cezbedici gelmez kimseye. Ama konu güzelse başından ayrılmak istemezsin. Bu türü beğenenler varsa tavsiyemdir. Bir nevi çocuk yuvasında geçiyor film. Bir amaç uğruna orada beslenen, eğitim verilen, ruhu olan insanlar yetiştirmeyi amaç edinen bir kurum burası. Sebep mi? İleride diğer insanlara hayatlarını bağışlamak için büyüyen çocuklardan bahsediyoruz. Organlarını bağışlayarak başka insanlara hayat veren gencecik insanlar. Filmin ortalarında bir umut yeşeriyor aslında. Bağışçı olmalarından kurtulmalarının, bu görevden tecil edilmelerinin tek bir şartı var. O da gerçekten birine aşık olmak, bunu ispatlamak. Filmin sonuna kadar bu umutla zor nefes aldım. Lütfen izleyin. Beğeneceksiniz.
Bir insan kendi hayatının ne kadarını bağışlayabilir?
Düşünsenize birini düşlemek, sevmek, aile kurmaya özenmek, yaşamak için planlar yapmanın yasak olduğu bir çatının altındasın. Kaç kişi buna izin verebilir ki? Ben kendimi sorguladıkça altından ummayacağım sonuçlar çıkardım. Bakalım siz neler çıkartacaksınız. Aşık olursam gerçekten seversem sevdiğim için canımı veririm lafını bilirsiniz. Ben asla vermem…
Ama buradan bir mesaj göndermek istiyorum. Eğer beni sevdiğine inansaydım inan seni terk etmezdim… : ))
Hafta sonu yazılarıma haftalık burç yorumları koysam nasıl olur acaba. Hatta burçların yorumlarını ben yazsam nasıl keyifli olur anlatamam. Sanırım beni öldürmek için can atabilirsiniz. Peki siz hangi burçtansınız? Ben tipik yengeçim. 16 Temmuz doğumluyum ve yengeç olduğum için daha çok seviyorum annemi ve babamı : )) Temmuz en sevdiğim ay, en sevdiğim mevsim, tam ortasında gelmişim dünyaya ay’ın. Şiirlerimin çoğu sırf bu yüzden temmuz da yazılmıştır. 35 yaşıma özel bir hediyemi de temmuz da herkesle birlikte bu yıl kendime vereceğim nasipse…
Şimdi bi gün açıp haberleri izliyorsun ve diyorlar ki; yörüngedeki hareketler yüzyıllar içerisinde dünyanın dönüşünde 36 derecelik bir sapma sebep oldu. Burçlar da 2200 yıl öncesine göre onda bir oranında yani yaklaşık bir burç kaydı.
Hadi hepimize hayırlı olsun. Dünyanın ayarlarını bozmaya hep birlikte daha hızlı bir şekilde devam ediyoruz. Şimdi yeni oluşan burçlara göre ;
İŞTE YENİ BURÇ TAKVİMİ
Oğlak: 20 Ocak-16 Şubat
Kova: 16 Şubat-11 Mart
Balık: 11 Mart-18 Nisan
Koç: 18 Nisan-13 Mayıs
Boğa: 13 Mayıs-21 Haziran
İkizler: 21 Haziran-20 Temmuz
Yengeç: 20 Temmuz-10 Ağustos
Aslan: 10 Ağustos-16 Eylül
Başak: 16 Eylül-30 Ekim
Terazi: 30 Ekim-23 Kasım
Akrep: 23 Kasım-29 Kasım
Yay: 17 Aralık-20 Ocak
Yılan: 29 Kasım-17 Aralık
Şimdi beni İkizler burcuna neden kaydırıyorlar. Biz bunu kabul etmek zorunda mıyız. Şimdi tüm yaşantımız boyunca kendimizi bazen ister istemez burçlara göre şekillendirmiş olabiliriz. Tipik yengeçim demiştim. Ben cidden yengeç burcunun her özelliğini taşıyan birisiyim. İkizler burcuna bakıyorum benden eser yok. Sizler bu durumda ne düşünürsünüz bilemem ama ben önceden belirlenmiş burcumda kalmak ve değiştirmek istemiyorum. : )))
Söylenecek, konuşulacak, paylaşılacak çok şey var fakat daha vaktimiz var nasılsa. Isınma turlarımı tamamlayayım daha fazla taşıyacağım kendi notlarımdan buraya.
Yazarla okuyucu buluşturan ve yarın sona erecek olan Çukurova 4. Kitap Fuarı’na gidebilecekler için hatırlatma yapayım. Yarın Kanguru Yayınları tarafından düzenlenen güzel bir etkinlikte var. Saat 17:45-18:45 arasında 3. Konferans Salonu’nda “Hayata ve Aşka Dair Şiirler” konusu ele alınacak. Katılımcı şairler; Şükrü Erbaş, Aydın Şimşek, Hüseyin Şahin, Neriman Calap, Şehmus Ay, Arzu Eşbah, Atilla Yaşrin, Ömer Turan.
Son olarak günü bitirmeden madem yazımı buraya ekleme şansım var. Bugün Nazım Hikmet’in doğum günü. Birçok etkinlik ile anıldığını biliyorum. Bir kez de biz saygıyla analım istiyorum.
Masalların Masalı
Su başında durmuşuz,
çınarla ben.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana.
Su başında durmuşuz,
çınarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarla benim, bir de kedinin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınarla bana, bir de kediye.
Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, bir de güneşe.
Su başında durmuşuz,
çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor,
çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize,
çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .
Su başında durmuşuz.
Önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...
Su başında durmuşuz.
Su serin,
Çınar ulu,
Ben şiir yazıyorum.
Kedi uyukluyor
Güneş sıcak.
Çok şükür yaşıyoruz.
Suyun şavkı vuruyor bize
Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze...
Seni unutmak mümkün değil Nazım Hikmet Ran...
Saygılarımla.
Banu Kalyoncu